T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
KONYA / AHIRLI - Ahırlı Atatürk İlkokulu

Hikayeler 1. Bölüm

ARAP DAYI SEKARETTE

Arap Dayı artık son zamanlarını yaşamakta, bir yaz günü üst dula döşeği serilmiş. Gelen ziyaretçileri etrafında oturuyor. Muhabbet ediliyor.

Ziyarete sonradan gelenlerden birisi Dayıya nasıl olduğunu sordu. Arap Dayı söze başladı;

-          Baş Çavuşun ihtiyar dişleri dökülmüş bir öküzü vardı. Öküzü elden çıkarmaya karar verdi. Köye gelen canbazlara gösterirdi. Gelen müşteriler öküzün ağzını açınca dişleri dökülmüş bir işe yaramaz olduğunu görünce almaktan vaz geçip giderlermiş. Öküzün ağzına gelen baka, giden baka, öküzde alışkanlık yapmış. Kapıdan yabancı biri girince öküz kendiliğinden ağzının açmaya başlamış.

Ben de Baş Çavuşun Öküzü gibi alıştım artık. Kim gelecek te iğne vuracak, hap içirecek diye alıştım. Gelene ağzımı açarım, iğne vursun diye kolumu uzatırım.

 

 

ARPADAKİ YORGAN

 

Manifaturacıya yeni detme şalvar (pantolon) gelmiş. Yirmi paraya satılırmış. Alı detme şalvar istiyor ama, anası Şişmanın Hava, pahalı olduğu için alamaz. Alı şalvarcı ile anlaşılor. Anama on para de şalvarı aldırayım, geri kalan on para karşılığında arpa getireyim der. Alı’nın planı işler, anası on paraya şalvarı alıverir. Alı şalvarı giyer ama borcun zamanı gelmiştir. Bitekteki tohumluk arpadan çuvala doldurur. Boşalttığı arpanın yerine eski bir yorgan varmış, onu koyar üzerini arpayla düzler.

Bitekteki tohumluk arpa ölçülüdür. Arpa ekilecek tarlalara ne kadar tohum gidecekse o kadar ayrılmıştır. Arpa ekim zamanı gelir, tarlalara saçılmak üzere tohumlar ölçülmeye başlar. Bir de ne ola arpanın içinden eski yorgan çıkar. Alı’nın 6 büyük kız kardeşi varmış. Ana bunları eline alır, vur ha vur.

- Siz bu arpayı korken bu yorganı görmediniz mi? Şimdi tarlaya tohum ne olacak…

 

BENİ BAĞLAYAN VAR

 

Aksekilinin biri, Arap Emmi (Mustafa Alçay) ‘den buğday almaya gelmiş. Arap Emmi adamı misafir eder. Sofra kurarlar. Pilav ile ayranı sofrada ikram eder. Adam karnını iyice doyur. Üzerine çay sigara ikramı derken aralarındaki samimiyet artar.

Arap Emmi görünen kısmı iyi olan buğdayın altına pisli buğday koymuş. Başlamışlar buğdayı ölçmeye. Buğday ölçüldükçe atlan pisli buğday çıkmaya başlar.

Yörük kandırıldığını anlar. Buğdayı pisli olduğu için almaz ama, yapılan izzeti ikramdan sonra da bir türlü buğdayı almam diyemez. Mırıldanır dururmuş:

-          Ben bu buğdayı almam amma… Beni bağlayan yerler var, derir dururmuş.

1.                      İşin farkında olan Arap Emmi hem ölçer, hem Aksekiliye çaktırmadan dudaklarını ısırarak gülermiş. Buğday ölçme işi biter, eşekler yüklenir. Aksekili yine mırıldanırmış:

-          Ben bu buğdayı almam amma… Beni bağlayan yerler var…

 

BİTMEYEN NAMAZ

 

  Durmuş Ali Dayı, Asarcıkta bağ beklermiş. Koyuncu ile Göklenci Bartlı’ya gidiyorlarmış. Dayının yanına uğrayıp birer salkım üzüm yiyelim derler. Dayı bunların kendine doğru geldiğini görünce üzüm ikram etmemek için tavların üstünde hemen namaza durur. Göklenci ile koyuncu bakarlar dayı namaz kılıyor. Otururlar beklemeye dururlar. Dayı bir türlü namazı bitirmez, onlarda inada gider, gitmezler. Derken epeyce vakit geçer.

Bakarlar dayının namazının biteceği falan yok. Dayının namaz kıldığı tavlara bir ateş salarlar. Tavlar yanmaya başlayınca Dayı namazı bırakır başlar tavları söndürmeye. Tavları beraber söndürürler.

Dayı çaresiz kalır. Girin bağa yolun yolacağınız kadar der.

 

BİZİ DAHA NE KADAR TAŞIRLAR

 

Hoca (Tevfik Bilge, Büyük Hoca, Çevrenin alimi, medresenin hocası, mahkemede avukatlık ve bilirkişilik yapar)

Hoca yanında hakimle Bademli’ye keşfe giderlerken, Aliçerçiyi geçince, gariban bir köylü tarlada çift sürermiş. Adama selam verip biraz soluklanırlar. Adam yeni bir potin almış ayağına. Hoca, Adama potini kaça aldığını, nereden aldığını sorar, potinin tabanını göstermesini ister. Adam bir ayağı kaldırır tabanını gösterir. Hoca iki tabanını birden göstermesini ister. Adam da sırtüstü yatarak ayaklarını havaya kaldırır tabanlarını gösterir.

Hakim merakla olanları izledikten sonra Adamla vedalaşırlar, az gittikten sonra Hoca’ya neden böyle bir şey yaptığını sorunca, Hoca;

-“Bu halk daha bizi ne kadar sırtında taşıyabileceğini sınamak için yaptım, daha uzunca bir zaman bizi taşır bunlar” der.

 

ONBAŞI SEN NASIL NAMAZ KILAN?

 

Hoca (Tevfik Bilge,Büyük Hoca) Tahta minarede ikindi ezanını okur, iner. Cemaat namazın sünnetini kılmağa durmuş. Cüppe ve sarığını giyerken, Mollamemedoğlu Hüseyin camiye yeni girmektedir. Eyüp Onbaşının ayakkabılarını saklayıp gitmesini söyler. Cemaatın arkasında Eyüp Onbaşı namaza durmuş. Eyüp Onbaşı demirci, güçlü kuvvetli ve esnese de çok kalınmış. Hoca’nın aklına muziplik gelir. Namaz kılmakta olan Eyüp Onbaşının ensesine okkalı bir tokat indirir. Canı fena halde yanan adam, namazı da bırakır, Hoca’ya ağza gelmedik küfürler savurur. Hoca;

-Dur bakalım Onbaşı yahu sen nasıl namaz kılan? Ben seni sınamak için yaptım. Hiç samimi namaz kılan biri bir tokatla namaz mı bozar. Dur sövme şimdi abdestin de bozulacak… Dese de, Eyüp Onbaşı Hoca’yı kalaylamaya devam eder.

Namaz çıkışı ayakkabılarının yerinde olmadığını gören Eyüp Onbaşı raflarda ayakkabı dolanırmış. Hoca:

-          Ne oldu Onbaşı, ne gırlanın? Der.

-          Ayakkabılarımı şuraya koydum, yerinde yok…

-           Ben minareden inerken Mollamemedoğlu Hüseyin buradan geçiyordu. O alıp gitmesin?

-          Babası hırsız Hüseyin, yapar O yapar…

 

SİNİRLİ İKEN ŞART OLMAZ

 

Büyük Hoca (Tevfik Bilge), düğünde klarnet çalan Karaviranlı Düdükçü Mehmet’i, düğüne giderken yolunu çevirir medreseye çağırır. Mehmet Dayı acayip palavracıdır.

Büyük Hoca:

-Anlat bakalım Mehmet şu Yunan Harbinde neler yaptın?

Mehmet Dayı anlatmaya başlar:

-İki yüz Yunanı esir aldım. Yan yana tek sıraya dizdim. Ellerinizi arkanıza bağlayın, başlarınızı öne eğin, dedim.

Hoca:

-Yunanlılar, Türkçe’den anlarlar mıydı bari Mehmet?

Mehmet Dayı

-İşaretlerle anlattım Hocam.

Hoca:

-Eee!

Mehmet Dayı

-Çektim kılıcı sıradan enselerine birer vurdum, hep kelle bir yana gövde bir yana…

Hoca:

-Kalın enselileri de mi bir vuruşta düşürürdün Memet?

Mehmet Dayı

-Kalın enseliler sıraya geldiğinde, kılıcı bilerdim Hocam.

Sohbeti dinleyen Eyüp Onbaşı, Hocanın, Memet Dayının anlattıklarına gerçekten inandığı sanarak:

-Vallaha yalan söyler Hoca, İnanma bu deliye yahu, küllü yalan bu anlattıkları!

Hoca;

-Dur bakalım Onbaşı, neden yalan söylesin? Anlat Memet sen, epeyce altın getirmişin, altınları ne yaptın?

Mehmet Dayı:

-Doğru duymuşun Hocam. Bir teneke altın getirdim. Ama değerlendiremedik. Hovardalıkta yedik bitirdik.

Hoca:

-Hepsini mi bitirdin?

Mehmet Dayı:

-Hepsi bitti. En son sekiz altın kalmıştı. Akse’de bi kadına gırıklığa gittim. Kadının beşikte çocuğu vardı. Çocuk oynayıp, ağlamasın diye beşiğe taktım. O esnada kadının kocası geldi. Aceleyle arka kapıdan kaçtım. En son kalan o sekiz altın da orada kaldı.

Eyüp Onbaşı yine dayanamaz;

-Hoca inanma şu kafire yahu! Vallahi de yalan, billahi de!

Hoca:

-Memet vakit geç oldu, düğüncü seni beklerdir. Haydi sen düğüne git artık, der.

Bu sırada önceden, talebesi olan Kadir Taşan’ı (Müftü), bir tabağa tahinle pekmezi karıştırıp, hazırda olmasını, Memet Dayı merdivenlerden inerken kafasına dökmesini tembihlemiş.

Memet Dayı merdivenden inerken başına tabağı geçirirler. Memet Dayının her tarafı batmış. Çok fazla sinirlenen dayı, bir yandan yüzünden akan tahin pekmezi yalarmış bir yandan da küfürler savururken;

-Şart olsun bir daha bu köye gelir de, çalarsam, der.

Neyse Hoca ortalığı yatıştırır, memet dayı temizlenebildiği kadar temizlenir.

Hoca:

-Memet vakit geç oldu, düğüncü seni bekler. Geç kaldın hadi düğüncüye ayıp oluyor, der.

Mehmet Dayı:

-Ben şart ettim Hocam artık burada çalmam ben.

Hoca:

-Sen şartı sinirliyken ettin. Şuradan düz bir çöp bul getir. Çöpü ortasından kır. Şartın bozulsun, der.

Memet Dayı, Hoca’nın dediklerini yapar. Klarneti çalaraktan düğün evine gider.

 

BUĞDAY DENGİ

 

Adamın bir dönümlük bir tarlası varmış. Sürekli bu tarlayı ekmeye giderken, heybenin bir gözüne tohum doldurur, bir gözüne de denk olsun diye taş katarmış. Adamın oğlu 12-13 yaşlarına gelmiş. Babasının buğday dengine taş koyduğunu görünce bir anlam verememiş. Çocuk hemen bir kap getirip heybenin bir gözünde katılı buğdayı ikiye bölerek denk yapar. Adam:

-          Bu böyle gitmez ya bir deneyelim bakalım. Der. Eşeği çeker.

Yükün taşsız pek ala gidebileceğini gören adam:

-          Vallaha bu kıyamet alameti yahu… diyerek yola devam eder.

 

BURA BENİM YERİM

 

Konyalı Mahmut (Kısa boylu, hicri takvimi çok iyi bilen) camide yeri hep aynı yere oturur. Mimberin yanına ilk sırada.

Bir gün Eski Oğlanın Ahmet (11 Yıl felçli yatalak karısına baktı) camide Konyalı Mahmutun yerine oturur. Konyalı Mahmut buna çok sinirlenmiş, Hırs içinde namazını kılmış, camiden önce çıkarak kapıda bekler.

 Eski Oğlanın Ahmet gelince yakasına yapışır.

-          Sen oranın benim yerim olduğunu bilmiyonda mı oturuyon?

Camideki bu yer meselesinde kavga edip küsüsmüşlerdir.

 

BÜYÜK BURUN

 

Katip Emminin burnu göze hoş görünmeyecek kadar büyük ve çirkinmiş. Karısı Fatma Hala bunu sık sık dile getirir Katip Emminin yüzüne vururmuş.

Katip Emmi bir gün kısa süreli ceza evine düşer. Cezaevinde Çopur Hüseyin diye bir tanıdığı da varmış. Emminin Dikkatini çeker. Çopur Hüseyinin burnu kendisininkinden çok daha çirkinmiş. Çopur Hüseyin cezaevinden Emmiden erken çıkacakmış. Bir mektup yazar. Bu mektubu benim hanıma kendi elinle ver, sakın çay içmeden de gitme der.

Çopur cezaevinden çıkar, Emminin emanetini vermek üzere Fatma Halanın yanına uğrar. Fatma Hala ile hal hatırdan sonra, çıkarır zarfı uzatır. Fatma Hala zarfı açar, evir çevirir, hiç yazılı bir şey yoktur, bomboş bir kâğıt. Fatma Hala bu nedir anlamı diye düşünürken, Çopur Hüseyin’in burnuna ilişir gözü. O anta mektubun ne anlama geldiğini anlar. Allaha şükür, benim herifin burnu pek de kibarımış, der.

 

CAMİDE YER KAVGASI

 

Hacı Mahmutla (Mahmut Öz: Çok dindar, camiye sürekli ilk önce gelir, caminin sürekli cemaatinden) Tokatlının Süleyman (Süleyman Doğanarslan= Eğitmen Süleyman= Öğretmenimin öğretmeni)

İmamın olmadığı zamanlarda caminin anahtarını hacı Mahmuta teslim eder, camiyi açar, namazı kıldırır. Eğitmen Süleyman Hacı Mahmutu hiç sevmez, kin güder, arkasında namaz kılmaz.

Hacı Mahmut böyle zamanlarda namaz kıldıracaksa camiden çıkar varır gider.

Hacı Mahmutun ilk önce camiye girip hemen arkasına durmasından gıcık kapar. Onu oraya oturtmamaya gayret gösterir. İmamın arkasında zaman zaman itiş kakışları olur.

Bir gün ikisi erken gelmişler caminin kapısına dikelmişler. İlk önce girip imamın arkasını kapacaklar. İmam gelir kapıyı açar, ikisi birden imamın arkasında kapıya yüklenir, itiş kakış derken Eğitmen Süleyman kaldırır çomağı Hacı Mahmutun koluna indirir. Hacı Mahmutun kolu kırılır.

Bu itiş kakış eğitmen Süleyman ölünceye kadar devam etti.

 

CAMİYE HALI

 

Hancının Süleyman Dayı yine parasız kalmış. Karısından para sızdırmak için yine bir pilan hazırlar. Arkadaşlarına, benim hanımın yanında: “Süleyman ne iyi ettin de camiye o halıyı serdin…” deyiverin diye tembihler.  Arkadaşları da uygun bir zamanı bulup, Süleyman Dayının Karısının yanında bunu söylerler.

Bunu duyan karısı, heyecan ve sevinçle: Camiye halı mı serdin Süleymanım? Der.  Süleyman Dayı: Vallaha karı senin yerine de serecektim ama param yetişmedi, der.

Bunun üzerine, karısı Süleyman Dayıya; Aman herif dur parasını vereyim de bir halı da benim yerime ser, der. Süleyman Dayıya 10 lira halı parası verir.

Süleyman Dayı her zaman ki gibi parayı içki ve kumarda bitirir.

Gün gelir bir satıcı gelir. Satıcıya:

-Şu kilimi hanıma gösterip geleyim beğenirse alayım, der gider.

Eve varınca, hanımına:

-Camiye sereceğin şu kilimi 12,5 liraya aldım. Senin verdiğin 10 lira yetmedi. 2,5 Lira daha verirsen alıp, camiye serecem der. Böylece bir 2,5 Lira daha kopartır. Çarşıya geri döner. Halı satıcısına:

-Hanım beğenmedi hemşerim, halı kalacak der.

Aradan aylar geçer. Süleyman Dayı’nın karısı Caminin Hocası (Büyük Hoca, Tevfik Bilge) ile karşılaştığında, kasalarak, kilim aldığını camiye serdiğini, hocaya beğenip beğenmediğini falan sorunca… Hoca, camiye O’nun adına kilim falan serilmediğini söyler.

Kocası tarafından yine kandırıldığını anlayan Halime Hala, yine ilenip dalanmaya başlar, Camiye halıyı sermediğini, Hoca’nın söylediğini söyleyince…

Süleyman Dayı: Ulan serdim halıyı. O körün kör tarafına denk gelmiştir. İstersen şahit getireyim sana, istersen gel gidelim camıde göstereyim, der. Havayı yumşatmaya çalışır.

 

CARCAR ÖLÜYOR

 

Carcar Mustafa (Mustafa İlhan), Bir gün köyneğinin  içine fare girmiş. Fare hareket ettikçe huylanıp, değişik bir hastalığa yakalandığını düşünür. Fare göyneğinin içinde oynadıkça huylanırmış. Çarşıdan kalkar telaşla eve gider. Karısına “Helime ben hastalandım, herhalde ölecem. Bana döşeği bir seriver,” der.

Karısı döşeği serer, Carcar Dayı telaşla döşeğe sırt üstü uzanır. Fare de alta kalıp ezilirken ciiiik diye bir ses çıkartır. Dayı bu sesle kendi canının çıktığını düşünerek, “Helime ben öldüm işte” diye bağırır.  Biraz durur bakar ki ölmemiş. Sesin ne olduğunu araştırır, göyneğini çıkartır fare ölüsünü görünce rahatlar.

 

CURBACI BİR YALAN SÖYLE

 

Curbacı Mustafa (Şencan), ağzı pek laf yapar, hikayeler uydurur, hoş sohbet birisidir. Bir gün çarşıda birkaç kişi kahvenin önünde oturuyorlarmış. İçlerinden birisi karşıdan geldiğini görünce, sınamak için seslenir;

-          Mustafa hemen bir yalan söyle bakalım becerebilecek misin?

Curbacı Dayı hiç bozuntuya vermeden:

-Dur aylan be! Anam öldü. Kefen parası yok, ölüsü evde ortada durur, der çeker gider.

Orada bulunanların canları sıkılır. Kalkın şu arkadaşa yardım edelim derler. Hep birlikte Curbacının evininin yolunu tutarlar. Kapıyı çalarlar. Anası Fatma Hala kapıyı açar. Fatma hala ayakta kendilerini karşılayınca şaşırırlar kalırlar. Curbacıya böyle şaka olmaz arkadaş diye kızarlarken, Curbacı Dayı:

- Siz değimlisiniz arkadaş bir yalan söyle diyen? Diye karşılık verir.

 

ÇİMENTO ŞİPARİŞİ

 

Reis Ahmet (Ahmet Yiğit), gazetede çimento fabrikasının reklamı okur. Belediyenin çimento ihtiyacı vardır. Belediye katibine, fabrikanın adresini vererek:

-          Fabrikaya yaz, postayla ödemeli 10 ton çimento iste, der.

1.      Katip böyle bir şey olamayacağını söyledi ise de…

-          “Ulan davar oğlu davar, sen benden iyi mi bilecen? Sen yaz yazıyı, der.

-          Katip çaresiz yazmak zorunda kalır. Yazıyı alan fabrika yetkilileri, her halde numune istiyor bunlar diye, çimento çeşitlerinden paketler yapıp, bir de yazı yazarak gönderirler. Aradan bir ay kadar  sonra, bahşiş karşılığı posta işlerine bakan Kaymakam (Mahmut Bütün), Bozkır postanesinden aldığı koliyi, kahvede Reis Ahmet’e verir. Merakla koli açılır, her kes içindekini görmek istiyor. Koliden paketler halinde çimento örnekleri ve bir not: (İstenilen miktardaki çimentoyu posta ile gönderme imkanı yoktur.

Durum açığa çıkınca, kahvedekiler başlarlar gülmeye. Reis Ahmet kızarır bozarır.

 

DÖRT DEVELİ YÖRÜK

 

Yörüğün birinin beş devesi varmış. Suğla’dan yükü sarmış, Meyre tarafına gidiyormuş. Devenin en arkada olanı önündeki devenin yan tarafında yürüyormuş. Ahırlı’da çarşıdan geçerken birisi bağırır. Loyn dört develi Yörük nereden gelin, nereye giden?

Yörüğün kafa tınlar, beş devesi var ya. Niye dört develi dediler diye döner arkasına develere yan taraftan bakar. Arkadaki deve yanda kaldığı için göremez. Devenin birini kaybettiğini düşünerek, telaşa kapılıp hemen elindeki ipi bağlar, koşarak geldiği istikamete döner. Yörük Suğla’ya kadar gider gelir, saatlerce deveyi arar bulamaz, çaresiz geriye döner. Bitkin bir vaziyette develerin yanına gelir. Bakar develer tamam beş tane.  Yörük develer tamam olduğu için önce sevinir. Ardından Ahırlı’nın tamamını kalaylayarak yoluna devam eder.

 

GAZLA GAZLA

 

Yaz günü, yayla zamanı. Arap Emmi Aşağı Sazak’ta öğle namazı kılarken, Katip Hüseyin (Hüseyin Çelik) azık bohçasını açmış, azığını yiyormuş. Torunu Hüseyin, oradan geçerken, dedesinin ekmek yediğini görünce yanına yanaşır.

-          Dede, benim karnım da aç. Bana bi ekmek sıkıver, der.

1.      Dedesi, torununa:

-          Gazla, gazla!

2.      Bu duruma canı sıkılan Hüseyin, dedesine:

-          Sen yarın zamanı geldiğinde, eşeği sürüver, buzavuyu çeviriver diyecen amma… Ben de o zaman seni gazladacam, der.

Arap Emmi bunları duyunca, gülme krizine girer,  namazı bozar.

 

GELDİLER AYŞA

 

Göklenci, Koyuncu ve Karaböcü bir gün akşam (elektriğin olmadığı zamanlar) kahvede beraberlermiş. Vakit kemalini alınca evlere gitmek üzere kalkarlar. Göklenci Koyuncu’ya sen böcüyü biraz oyala ben önden gideyim der. Eve gider beyaz çarşaf bürülenir. Karaböcü’nün evinin merdivenine uzanır……………

Gece geç vakitlerde Göklenci  Karaböcü’nün ahırına girer. Yattığı odanın altından takılatmaya başlar. Karaböcü korkuyla uyanır.

Geldiler Ayşa!

Ayşa gene geldiler…

 

HALIDAN MI GEÇEN ALI’DAN MI

 

Şişmanın Alı, (Ali Taşan- Ahırlı’da Herkes O’na Ali Baba derdi), Solağın Dudu’yu,  kendisine hakaret ettiği için kaçırır. (Bu arada ikisi birbirleriyle nişanlılarmış, Ali Baba’nın niyeti evlenmek değil, kendisine yapılan hakaretin altında kalmamak)

Olay karakolluk olur. Ali Baba’yı atarlar nezarete. Barıştırmak için aracılar konur. Dudu’nun babası Solak  Dayı, işi Büyük Hoca’ya havale eder.

Büyük Hoca, barıştırmak için, Ali Baba’nın Annesi Şişmanın Hava’dan (Dedesinden kalan, Hicaz’dan gelen, maddi ve manevi çok kıymetli) halıyı ister.

Hava Hala, Solaklara, Gelin bu halıyı Hoca’ya kaptırmayalım. Ben çocuklara çeyiz olarak vereyim. Size de ahırda bir dana var onu vereyim. Sulh olalım, dedi ise de fayda etmez. Solaklar Hoca ne derse o olur derler. Hoca bu iş çözülecekse ille de halı der.

Hava Hala çaresiz kalır. Ne halıyı kaptırmak ister, ne de tek oğlu Alı’nın hapse girmesine gönlü razıdır. Eve geri dönerken, sayıklarmış:

-          Halıdan mı geçen, Alı’dan mı? Diye.

Sonunda kararını verir, Halı belki bulunur ama, Alı bir daha bulunmaz Hava. Sen halıdan geç, der. Halıyı Hoca’ya götürür. Barış sağlanır.

 

(Halının İstanbul’da bir müzeye (Büyük olasılıkla Topkapı’da) gittiği söylenir. 

 

 

İKİ YUMURTAYA 9 AY HAPİS

 

Kâzım, Buruk Hüseyin, Şişmanın Ali, Goca Mustafa’nın Bartlı’da olmasından yararlanıp evini soymaya karar verirler. Eve girerler, Goca Mustafa kepenniğin üstüne bir döşek sermiş, yuvak ağacına bir sarık dolamış, döşeğe yatırmış. Hırsızlar bir hayli tereddüt etseler de, bunun bir düzen olduğunu anlamışlar.  Ali Baba acemi imiş, mutfağa girer, iki yumurta pişir, biraz tahinle karnını doyururken, diğerleri evde keşif yaparlarmış.

Başka hiçbir şeye dokunmadan evi terk ederler. Sabah bir yaygara, Koca Mustafa‘nın evi yarılmış, yatak yorgan ne varsa çalınmış. Ali Baba kendi kendine, ne yatak yorganı yahu, yediğimiz iki yumurta ile, dıkı tahın, bu da nereden çıktı dermiş.

İçine kuşku düşer, Kazımın Karısının ağzını bir yoklar… O’da Ali babanın da onlarının ortağı zannıyla, gece evi nasıl soyduklarını. Çaldıklarını Telli Bağın oradaki böğürtlenlerin içine sakladıklarını anlatır. Ali Baba hemen, Kâzım ve Buruk Hüseyin’i bulur, bana da pay vereceksiniz dedi ise de, onlar biz yapmadık, sen yapmışsındır diye inkar ederler. Ali baba 40 para verin der olmaz, 10 paraya kadar düşer olmaz. Gider Koca Mustafa’ya durumu anlatır.

Koca Mustafa hemen hırsızları karakola şikayet eder, Ali baba’yı da şahit yazdırır.

Karakolda bir onbaşı iki asker varmış. Hemen bunları toparlarlar. İfadelerini alırlar. Kâzım ve Buruk Hüseyin’in ellerini bağlayıp,  Bekçi nezaretinde Bozkır’a mahkemeye gönderirler. Yolda giderken Kâzım ve Buruk Hüseyin kaçarlar. Bekçi ile şahit olan Ali Baba Mahkemeye varırlar. Tam1920 li yıllarda (Ali Baba’nın Tabiri ile Hökümetin bozuk olduğu zaman) Bozkır isyanlarının olduğu  zamanlardır. Hakim, böyle işlerle uğraşacak durumda değil. Atın şunu içeri der.

Ali Baba’yı hapse atarlar. Dört buçuk ay geçer, bir af çıkar. Hapishanenin kapılarını açarlar. Ali baba bahçeye çıktığında, aklına gelir. İçerde unuttuğu 10 kuruşunu almaya döner. Bu arada bir emir daha gelir. Kapıları kapatın, kimseyi salmayın diye. Acele edip önden çıkanlar kurtulur. Ali Baba 10 kuruş uğruna yine içeride kalır. Dört buçuk ay daha yatır. Bir gün Koca Mustafa’yı hapishanenin penceresinden görür, bağırır…

-Mustafa Dayı, kurtar beni!

Mustafa Dayı hapishanenin müdürüne durumu anlatır. Bu benim şahidim der. Ali baba’yı böylece salıverirler.

Al Baba’nın tabiri:

- Sorgu yok sual yok! O iki yumurtayla dıkı tahını yedim diye, dört buçuk ay nezarette yattım.

 

 2. Bölüme geç.

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 15.01.2019 - Güncelleme: 27.09.2024 12:03 - Görüntülenme: 1490
  Beğen | 1  kişi beğendi