Yaylada Günlük Yaşam
Yaylacılık zor iştir. Ev ikiye bölünmüş, okula giden çocuklar, esnaf olan erkekler, bağ ve bahçe işleri ile uğraşacaklar Ahırlı ’da kalmıştır.
Yaylada becerikli ve hamarat bir kadının mevcut olması şarttır. Çünkü yükün ağır tarafı bu kadınlardadır. Bu cefakar kadınlar şafak sökmeden kalkmak zorundadır. Yorucu bir günde,günlük işlerini tamamlayabilmek için zamana karşı yarışacaktır.
Erkeklerin keçi ve inek sağması, su getirmesi oduna gitmesi, tezek vurması, çeşmeden su doldurması, havluyu dulu süpürmesi çok ayıptır. (Tezek çamaşır kazanı, pekmez dığanı altında yakılacaktır.)
Sabahın ayazında abdest alıp, namazını kılar. Keçileri ve inekleri sağar. Dağa sürer. Keçiler ve inekler gittikten sonra buzağı ve oğlaklar salınır. Aradan bir zaman geçmesi lazım ki buluşup emişmesinler. Süte çöp basıp, kertik atarak ödünç süt alma verme işi yapılır. Azık hazırlanır. Eşek semerlenip dağa oduna gider. Dağdan bir eşek yükü odunu kesip öğlen olmadan geri döner.
Bu arada evde yardımcı birisi varsa gün doğduktan sonra kalkıp bu işlerin bir kısmını yüklenir. Erkek çocukların günlük kuşluk vakti Cibilden’de top oynamaları sanki kanunla tespitlidir. Onları hiç bir şey engelleyemez. O vakit mutlaka top oynanacaktır.
Erkeklerin keyfi yerindedir. Kendilerini fazla yormazlar. Kuşluk söğüt ağaçlarının gölgesinde oturmak, ikindi Gındıra’da ayaklamak vakit öldürmek için bire birdir. Merakı olan akşam avına çıkar.
Kızlar hamarat olmalı. Su taze ve soğuk olsun ki ağız tadıyla içilsin. Yeni yetişen genç kız çeşmeye su doldurmaya gönderen büyüklerden biri yere tükürür. Kıza gösterir; bu kurmadan gelmen lazım. Kız çeşmeden çabuk gelmeli. Bu bile bir yarışma biçimine getirilmiştir.
Dağdan gelen odun eşeklerinin yükü yıkılır. Öğlen davar sağım için dağılacaktır. Oğlaklar tamamlanıp ağile katılır. Davar dağılınca sağılacak keçiler tamamlanır. Havluda sağılır. Keçilerden sütü fazla almak için ekizlenir. (sağımdan sonra oğlaklar keçilerin yanına kısa bir süre bırakılır. Oğlağını gören keçi sakladığı sütü indirir. Bundan yararlanılarak ikinci kez sağılır. Bu ekizlemedir.) Sağım işi bitince oğlakların ikinci bir kez emmesine izin verilir. Süt tamamen değerlendirilir. Keçiler tekrar salınır. İlk zamanlarda süt bol olduğu için sağım kuşluk ve ikindin olmak üzere günde iki kez yapılır. Günler geçip hayvanların sütü azaldığı zaman öğleden öğleye bir kez yapılır.
Bu arada davar çobanlarının yemeği günlük olarak sıraya konur. Çobana bakma sırası gelenin o günkü en önemli işi odur. Çobana iyi bakacaksın ki hakkında dedikodu yapılmasın. Çobana öğle yemeği evde yedirilir. Akşam azığı hazırlanarak bohçaya sarılır. Köpeklerin yalı için hazırlık yapılır. Çoban geldiğinde önce köpeklerine yal vermesi gerekir.
Sütler kaynatılıp soğutulur. Sütlükte çalınır (mayalanır)
Öğlen saat 12 sıraları gelmiştir. Ocakbaşına ateş yakılıp, kara demir su ıprıklarında su kaynatılır. Çay demlenir. Yemekler yenir. Dağdan getirilen odun kışın yakılacaktır. Ahırlı ’ya gelmesi lazım. Odunlar eşeğe yüklenir. Yükleme işi denk olmalı, ağdırmamalı. Yolda giderken eşek yükü yıkılmamalı. Odun yükünü arasına köydekilerin yiyeceği yoğurt kümesi (1-2 kilogram kadar yoğurt alan toprak kaplar) yerleştirilir. Sağlam yerleştirilmeli. Kırılma olasılığı çok fazla. Genellikle Ahırlı ’ya odun getirme işini çocuklar yapar. Sülek’ten odun getirmesi çok zordur. Eşeklerin yolda yükünü devirmesi bir çiledir insana. Tekrar yüklemek. Çünkü yol uzun 3-4 saat gibi bir zaman alır. Sülekçinin odunu ardıç ağacından, diğerleri meşedir.
Her kesin tüm kış boyunca yakacağı odunu ormancıya yakalanmadan tamamlaması gerekir. Ahırlı ’nın yakınlarından odun kesilemez. Çünkü koruma kararıdır. Ahırlı ’dan Bartlı’ya kadar olan bölge koru ilan edilmiştir. Kimse kesemez. Her kes takip eder. Korudan kesilen odun yıllar sonra bile görüldüğünde bilinir. Burada çok önemli bir olgu ortaya çıkmaktadır. Halk kendi sahiplendiği zaman korumanın en mükemmel bir şekilde yapıldığı.
Ahırlı ’ya gelen odun eşeklerinin odunları yıkılır, hemen içeri alınır. Eşekler dinlendirilir. Yayladakiler için hediyeler vs ihtiyaçlar heybelere katılır. İkindin vakti geri yaylara dönülür.
Yayladaki çocukların gün inme vakti heyecan zamanı, Ahırlı ’dan geleceklerin yolu gözlenir. Hediyeler gelecektir. Hele yaz günü heybede yeşil nohut, ütmelik buğday, ütmelik nohut veya kapırcak (fige benzer otun taze tohumu) varsa değme keyfe. Hemen heybelerden boşaltılır, başına toplanılır. Yetişkin erkek çocukların yine top oynama vaktidir ikindi. Gün inip hava kararmaya başladı mı evlerden sesler yükselmeye başlar. Cibilden’deki erkek çocuklar akşam yemeğine çağrılır.
Akşam üzeri Buzağılar bulunur, eşekler bağlanır ki sabah oduna giderken hazır olsun. İnekler kendileri gelmeye başlar. Akşam telaşı bir başkadır. Günü tamamlama ve tekmil almak gereklidir.
Akşam olunca odada ocak başında ateş yanar. Ateş uzun süreli olması için meşe kütüğü olması şarttır. Komşular bir arada toplanır ve yatsı namazı beklenir. Çay demlenip içiler. Kavut katılır. Pekmezli veya şekerli kavut yenir. Sohbet dinleyen gün boyunca hoplayıp zıplayan çocuklar artık uyuklamaya başlarlar. Gaz lambasının loş ışığı ve içerdekilerin muhabbeti onlara ninni çeker. Ama bir sorun var, tavlardaki yatak çok soğuk ve kirlenen ayakların dışarıdaki ayazda soğuk su ile yıkanması gerekiyor. Bu günün yapılması gereken en zor işidir. Erken yatan küçükler tavları ısıtır. Ayaklar yıkanmamışsa azar işitir gerekirse dayak yenir. Yatsı vakti geldiğinde namazlar kılınır artık yatma zamanı. Dualarla yastığa baş konur.
Akşamları tasarrufa özen gösterenler 7 numara lamba yakar. Durumu iyi olanların lambası 14 numara olur. Sülek’te genellikle kandil yakılır.
Bu zor ve yorucu işlerin arasında; sütü kaynatmak ve yemek pişirmek için ince kuru odun getirilmeli, toplanan mayıslardan tezek yapılmalı, bahçedeki kavaklar ve sebzeler haftada bir su sırası gelince sulanmalı. Su sırası gecede gelebilir. İşte o zaman vay haline. Yağışlı günlerde oğlaklar dışarı salınmaz evde doyurulması gerekir. Hasta hayvanların bakımı yapılır.
Yaz günleri ekin harman zamanı, köyde işler artar. İş gücüne ihtiyaç hat safhadadır. Yaylada kalan böyle günlerde sabah kalkar. İşlerini hızlı bir şekilde yapar. Tamamlayamamışsa komşuya emanet eder. Eşeğe odun yüklenir. Köye gelinir. Yazı işlerine yapılır akşama geri dönülür. Gün inmeden yaylada olmak lazım. Çünkü yapılacak günlük işler var.
Yani yaylacının hiç boş vakti yoktur. Gün doğumundan gün batımına çalışmak zorundadır.
Yaylada Sosyal Yaşam
Çöp Basma: Temmuz ayına doğru keçi ve ineklerin sütleri azalmaya başlar. Süt azalınca da her gün az bir sütle uğraşmak zaman kaybıdır. Hem de köydeki işlere yardımcı olmaya engel teşkil eder. Sütü kaynatacaksın, yoğurt yapacaksın, Kazanlarda toplayıp turfan yayacaksın. Yağını alıp kürüğe basacaksın. Ayranı kaynatıp çıkan keşi deriye basacaksın. Yani çok külfetli iş.
Bunlardan kurtulmanın yolu komşuyla keşik (sıra) yapmak. Keşikte süte çöp basmakla olur.
İki üç komşu anlaşırlar. Bir hafta , on gün gibi sürelerle sağılan sütler bir eve ödünç verilir. Sütü sağan süt helkesine ince bir çöp batırır. Sütün hizasına bıçakla bir kertik atılır. Bu kertik çöpler bir kenarda saklanır. Anlaşılan süre dolduğunda, ödünç alınan süt ödenmeye başlar. Verilen süt miktarı kertikli çöplerde bellidir. Kertilen bu çöpler bitirilinceye kadar süt ikinci sıradakine verilir.
Böylece yukarıda sayılan işleri birisi yapmış olur. Bu yardımlaşma ve dayanışmanın iyi bir örneğidir.
Turfan Yayma: Yaylaya göçmenin başlıca sebeplerinden biri de kışlık keş, tereyağı ihtiyacının karşılanmasıdır. Turfan yayma günü iş gücünün çok olması lazım. Turfan gününe köyde kalanlardan yardım istenir. Komşular yardım ederler. Eğer boşta bir kadın varsa zamanı boşa geçirmemek için turfan yayana yardıma gider. Ekip işidir. Öyle bir iki kişi ile yapılacak iş değildir.
Hayvanların sütleri günlük olarak haranıda (Büyük bakır tencere) kaynatılır. Kaynatılan sütler yoğut çalınır (mayalanır). Serin sütlükteki büyük bakır kazanlarda bu yoğurtlar toplanır. Duruma göre dört beş kazan dolduğunda turfan yayılır.
Turfan: Büyükçe kırmızı topraktan yapılan toprak kptır.. Tabanı ve ağzı bir karış kadar çapında yan yüzeyi yumurta biçimindedir. Taban kısmı daha ince ağız kısmı tombulcadır. Ağız bölümüne doğru yan yana 25-30 santimetre aralıkla elle tutulacak iki sapı olur. Bu sapların arasında bir parmak genişliğinde bir delik olur. Turfanlar farklı büyüklüklerde olabilir.
Turfanın büyüklüğüne göre bir iki teneke yoğurt dökülür. Üzerine su eklenir. Suyun miktarı ve ısısı çok önemli. Bu işte usta olmak lazım. Su fazla olursa ayran cıvık olur, çok kaynatmak gerekir. Su az olursa yoğurt yayılmaz, ayran olmaz. Su sıcak olursa sade yağ (tere yağı) erir, yağ alamazsın. Turfan dıklaç (haddinden fazla) olmamalı. Fazla doldurulursa turfan sallanırken, içindeki yoğurt çırpılmaz, ayran haline getirilemez. Turfanın ağzı özel kapağı ile kapatılıp, bir iple sıkıca bağlanır. Turfan kapağı: Sığırın işkembesinden yapılan bir bez parçası gibidir. Kapak bağlanıp, deliğine dıpaç (katlanmış bez parçası) tıpanır. Turfan yanının üzerine yatırılıp, başlanır sallanmaya. Yayıcı (turfanı sallayan) güçlü ve dayanıklı olmalı. Çünkü biriktirilen yoğurdun tamamı bu şekilde sallanarak ayran haline getirilecektir. Turfanın boynuna bir ip dolayıp uçları tabanına doğru uzatılır. Bu ipin iki uçlarından tutan kişi de sapından tutan yayıcı ile ahenkli bir sallama yaparak, turfan yayımı hem kolaylaşır, hem süre kısalır. Bu arada daha da zor işler yapılacaktır.
Turfan yayılırken oradan geçenler mutlaka hal hatır sorar, kısa bir süre de olsa yardım ederler. Erkeklerin turfan yayması ayıptır. Ama ayak işlerine, ağır yoğurt ve ayran kazanlarını indirip kaldırmaya erkek gücü pek ala olur.
Bir taraftan turfan yayılırken bir taraftan havluya ocaklar kurulur ateşler yakılır. Turfandan çıkan ayran, kazanda kaynatılacaktır.
Turfanın deliği ara sıra açılıp bakılır. Ayranın üzerinde tereyağı toplanmışsa iş tamamdır. Turfan ayağa kaldırılıp, kazana boşaltılır. Kazandaki ayranın üzerinde yağ toplanır. Yağın üzerine buz gibi soğuk su serpilir ki yağ sertleşin, toplaması kolay olsun.
Yağı alınan ayran, havludaki ateşin üzerine kazanla bırakılır. Buna keş kaynatma denir. Havluda keş kaynarken içerde turfan yayma devam eder. Kaynayan ayran tortulaşmaya başlar. Tortu haline gelince ateşten indirilir. Bir kenara dinlenmeye bırakılır. Tortu dibe çökünce üzerinden su alınır. Suyunu iyice süzdürmek için tortu kısmı bez keseye doldurulur ve bir ipe bağlanarak asılır. Burada suyu iyice akan keş daha sık dokunmuş bir keseye doldurularak keş taşına bastırılır. Keşte su kalırsa acı olur, kışın yemesi iyi olmaz. Keş taşı: geniş ve düz bir taştır. Bu havluda sürekli durur. Üzerine keş kesesi yerleştirilir. Kesenin üzerine de ağır taşlar konur ki keşin suyunu iyice akıtsın.
Günlerce biriktirilen yoğurdun tamamı bu işlemden geçer.
Keş suyu acıdır ağacı kurutur. Bu işlemlerin havluda yapılması gerekir. Hayvanlardan korunaklıdır. Tehlikeli durumlar engellenir. Ayağına kaynayan süt dökülen, kaynar keş dökülen kadınlar büyük kazazedelerdir. Yarası aylarca iyileşmez.
Suyu süzülen keş artık yeyecek duruma gelmiştir. Taze keş denir. Toplanan tere yağına fazla ilişmemek gerekir. Değerlidir. Kışın yemeklerde kullanılacak, fazlası satılıp para kazanılacak. Keş pek muteber bir yiyecek değildir. Ama kışın kahvaltının vazgeçilmezidir. Bir de küflüsü olursa hele.
Suyu keselerde süzülen keş, deriye basılır. Keş derisi, kesilen keçinin derisi özel yüzülür. Keçinin arkası açılır, deriye hiç zarar vermeden boyun tarafın tersine çıkartılır. Açılan arka kısım sonra sıkça dikilir. İç bölümün temizliği yapılır. Asılıp kurutulur. Yaylada lazım olacağı için önceden hazırlanır. Keş basılacağında ıslatılıp yumuşatılır. Keş azar azar deriye doldurulur. Doldurdukça tokucakla dövülerek sıkıştırılır. Hava boşluğunun kalması keşin erken küflenmesine hatta bozulmasına sebep olur. Bozulursa emekler zayi olur, kışın keşsiz kalınır.
Ayrandan ayrılan tereyağı toparlanır. İri tuzla bozulmasın diye tuzlanır. Tuzun ayarını iyi yapmak lazım. Boy boy kürükler (Topraktan yapılmış kap) vardır. Bu kürüklere de yağ basılıp ağzı kapatılır. Yağ kışın kullanılır. Diğer yağlar pek kullanılmaz.
Keş derisi ve yağ kürüğü kışa kadar serin yerlerde saklanmalıdır.
Sülek’e turfan götürmesi zordur. Orada koyun sürüsü fazla, süt te fazla. Onun için turfan yerine tuluk makbuldür. Tuluk genç sığır derisinin kese haline getirilmiş şeklidir. Çadır biçiminde üç adet sırık çadır gibi kurulur. Tuluğun açık ağzı kenarlardan bu sırıklara bağlanır. Bişek (bir buçuk metre kadar sopanın ucuna delikli daire biçiminde tahta takılı olan yoğurdu çırpma aleti) ile tuluk içindeki yoğurda yukardan kuvvetli bir şekilde vura vura ayran haline getirilip yağın ayrılması sağların. Tuluk yaymak çok güç isteyen yorucu bir iştir.
Gölle: Yaylalarda turfan yayıldıktan sonra gölle yenir. Bu zorlu mücadele başarı ile neticelendirilmiş olup kutlanması gerekir. Ama bu da başlı başına bir emek ister. Ee kutlama kolay olmaz.
Köyde hazırlanan döğülük buğday gölle yapmak için yaylaya getirilmiştir. Turfan yayıldı ana malzeme ayran da bol. Geriye sarımsak ve tuz kaldı.
Turfanı yayan ev sahibi döğülük buğdayı turfan yayılırken bir kenarda pişirmiş hazırlamıştır. Gün inde vakti bu ayrana karılır, ince kıyılmış sarımsak ve tuz eklenir. Bütün mahalleye bağırılır. Yoldan gelip geçen çağrılır. Komşular eline tahta kaşığını alır gelir. Çünkü kalabalıktır. Evdeki kaşık sayısı yetmez, hem de gölleyi yiyen bulaşık kaşığını eline alır gider evinde yıkar. Yorgun ev sahibine eziyet vermez.
Nazlananı gölle yemeye getirmek bir ölümdür. Kadın sabahtan akşama kadar onca işi görür, yorgun argın emek çeker gölleyi hazırlar. Kalbinden gören duyan herkesin yemesini içinden geçirir. Birisi orada kıydırır! Karnım tok, yeyesim yok, falan feşmekan gibi sudan bahaneler üretir. Kadıncağız artık onu sofraya getirebilmek için tafı tufanı kesilir. “Ayuğul bi gıvrayın gayrı, Mağsuz mu yapan? Ben de sana gelmem vallaha!” gibi tehditlerde, yakarışlarda bulunur. Tufran yaysa ondan evladır.
Afyonlu Bulgur: Afyonlu bulgur, askere gidecek gencin gideceği gününü akşamında uğurlamaya gelenlerin yemesi için yapılır. Yaylalarda turfan yayılırken yardıma gelenlerin yemeleri için hazırlanır. Uzun kış gecelerinde gelen misafir kalabalıksa hazırlanır.
Buğday iyice temizlendikten sonra, suda kaynatılıp pişirilir. Afyon (Haşhaş tohumu) demir tavada kavrulur. Hemen hemen her evde bulunan iğde ve yaban armudu gibi sert ağaçların oyularak yapıldığı dibeklerde afyon dövülür.
Tepsiye konulan kaynamış buğdayın üzerine kavrulup dövülen afyon serpilir. Kaşıklarla yenir.
Kızların Oynaması: Yaylalarda bu kadar yoğun ve yorucu işlerin arasında genç kızların eğlencesi de eksik olmaz. Eğlence onlar için bir motivasyon ve dinlenme sürecidir.
Gündüz lider kızlar anlaşarak, akşam oynayacakları kararlaştırılır. Arkadaşları oynama yerine çağrılır. Hava kararınca Cibilden’de bir kenarda toplanırlar. Yaşlı kadınlardan isteyenler de gelir. Bunlar oynayan kızlara tef çalıp türkü okurlar. Çalınan tef ve söylenen türküler eşliğinde kızlar meydana çıkıp kaşıklarla oynarlar. Gündüz oynamak olmaz, erkeklerin görmesi ayıptır. Hem öyle cıvık hareketler yapan kızlar makbul değildir. Zor koca bulur.
Bu oyunlar düğünlere de bi hazırlık ve antrenman olur. Yeni yetişenlerin oynamayı öğrenmelerine yardımcı olur. Düğünler işlerin azaldığı kış mevsiminde yapılır.
Bu oynama sırasında gönlünü verdiği kız varsa onu görmek, konuşmak için genç erkekler etrafta dolanır. Kadın kıyafeti giyip gecenin karanlığından yararlanarak kızların arasına katılıp izleyenler ara sıra olur.
Göç Ateşi: Yayla yaylandı, çayırlar sarardı mı artık geri dönüş vakti gelmiştir. Göçler artık yavaş yavaş toparlanıp etraf toparlanır. Hayvanların götürüleceği son günün akşamı artık veda günüdür. Gençler çocuklar kendi ev çevrelerinde toplanarak ateş yakarlar. Etrafta kalan calı çırpı, tavlar sırıklarının üzerine serilen pür (ladin dalları) ateşe atılır. Ateşi kuvvetlendirmek için çeklilerden çalı çalınır.
Soğaliye Binme: Yaylalarda gençlerin ve çocukların en büyük eğlencesi soğaliye binmektir. Soğali her yaylada bir iki tane kurulur. Kol kalınlığında bir buçuk metre kadar bir ladin yere iyice sıkıştırılarak dikilir. Buna soğali dayağı denir. 5-6 metre uzunluğunda bir ladin ağacı kesilir. Buna da soğali ağacı denir. Bu ağaç ne keder uzun olursa o kadar iyi olur. Çünkü dönme mesafesi yani çevre uzar ve uca binen daha çok yükseğe kaldırılır. Heyecan ve zevk alma o kadar artar. Soğali ağacına, yere dikilen ve tepesi düzlenmiş dayağın tepesine gireceği büyüklükte bir delik oyulur. Bu oyuk dengeli olmalı. Çünkü bu ağacı dayağın tepesinde tutacak tek şeydir. Delik soğali ağacının kalın ve ağır ucuna 1-1,5 metre mesafede oyulur, oyuktan ilerideki ince kısım uzun tutulur.
Ağacın oyuğuna, gaz yağı dökülmüş kömür parçası konur. Bu soğali dönerken gacır gucur sesler çıkmasını sağlar. Bu binenlere zevk verir. Çevreyi haberdar eder.
Kısa ve kalın taraf iticidir. Soğaliyi döndürüp, indirir kaldırır. İnce ve uzun tarafa cesareti olmayan binemez. Çoğu karın üstü biner ki dar zamanda kendini kolayca yere bırakabilsin. Soğali hızla döndürülür. Döndürülürken de aynı zamanda ince uçtaki yüksekte tutulur. İticinin oturduğu uç kalın ve merkeze yakın olduğu içir dönme mesafesi ve yerden yüksekliği azdır. Hem soğaliye hareket vermek için ayaklarının yere değmesi gerekir.
Soğali dönerken yanına yaklaşılmaz. Vurdu mu yere yıkar. İnce uçta oturanlar yukarıya kaldırılınca indirilmez. Sendeletilip düşürülmeye çalışılır. Bundan kurtulmak için gönül verdiğini söylemesi gerekir. Yaylacı ineceğinde soğali sökülüp bir eve konur.
Göbette Çimme: Yaylalardaki dere yataklarındaki su birikebilecek kısımların önü taş ve çamurla kapatılır. Küçük küçük alanlarda güç yettiğince çok su toplanır. Bu su birikintileri için yapılan yerlere göbet denir. Kızlar göbedi ayrı erkekler göbedi ayrı olur. Hatta küçüklerle büyüklerinki bile ayrı olur. Göbetin suyun gözüne uzak olması lazım ki pınarlardan çıkan su göbete gelinceye kadar biraz ılısın. Kızların göbedi bahçe arasında karaltı olamsı gerekir. Gözden uzak olsun. Küçük erkek çocuklar için fark etmez, anadan doğma girer onlar suya. Boşta kalan çocuklar ve gençler güneşli yaz günlerinde kendilerini göbetlere bırakırlar. Göbette çimmek çocuklar için zevktir. Ama göbetler sağlıklı değildir. Bulanık sudur. Soğuktan da hastalanılabilir. Yüzme bilinmediği için boğulma tehlikesi de vardır. Bunun için büyükler göbetlerden pek hoşlanmazlar. Hem göbete giden çocuk eve geç kalır işler aksar. Bu yüzden dayak yiyenler de çok olur.
Çiğdem Toplama : İlk yaylaya göçüldüğünde yaylalarda kar yeni kalkmıştır. Çiğdemler de yeni çıkar. Çocukların, bu zamanda en çok ilgilendiği çiğdemlerdir. Her evde bir çiğdem çapası olur. Küçük, bir tarafı sivri kazıcı, bir tarafı düz ağızlı eşici. Çapayı eline alan çocuk çiğdem olan mevkiye gider. Çiğdem kazar. Çiğdemleri yemciltmeden (kökünü kopartmadan) çıkartması lazım. Kazılan çiğdemler eve getiril. Dulda bunlardan taç (başa takılacak biçimde halka) örülür. Çocukların bu tacı başlarında taşıması bir zevktir. Çocuk bir süre sonra hevesini yitirir artık taç ördüğü çiğdem soğanlarını yeme zamanıdır. İtina ile yendikten sonra taç dağılır, atılır.
Bahçe Sulama: Yayla ve Bartlı’da her kesin dere kenarında, kuru taş duvar veya çekli ile çevirdiği bir bahçesi olur. Bu bahçelerde kışlık soğan ve patates yetiştirmek esastır. Ama domates, fasülye, mısır, kabak, sarımsak, salatalık gibi çeşitlerde az miktarda olsa yetiştirilir. Uzun vadede değerlendirmek için bu bahçelere kavak ve söğüt ağaçları dikilir.
Bu bahçelerde sebzeler yaylanın son günlerine doğru yetişir. Aslında fazla bir ürün alınamaz. Ama yerlidir, yaylada yetişmiştir. Değerlidir.
Bahçeler dere kenarında hep birbirine eklidir. Sebzenin sıcak yaz günlerinde haftada bir sulanması gerekir. Dere suyu sıraya konur. Sırası gelen suyu yolaktan (suyun bahçeye akıtıldığı küçük su yolu) bahçeye akıtılır. Eğer sıranı geçirtirsen bir daha ki sıra gelinceye kadar su alamazsın. Meğerse her kes insafa gele. Su az bahçe sayısı çok. Hangi çeşmeden, hangi bahçelerin sulanacağı bellidir. Sıra gece de gelebilir. Gece karanlıkta yaylada bahçe sulamak zordur. Suyun başını bekleyip çizileri taşırıp bozdurmamak gerekir. Hem boşa akıtıp sıradakilerin sabrını taşırmak ta var. Eğer suyun başını beklemezsen arada hileci uyanıklar çıkar. Suyu kendi bahçesine akıtır. Gece bazı tembeller, suyu saldığı çizilerin dolabileceği tahmini bir süre belirler, suyu salar bırakır gider. Arkasından biri gelir kimse yok diye suyu çalar. Tembel gelir bakar ki çiziler sulanmamış su başka bahçeye akıyor. İşte o zaman kıyamet kopar. Başlar bağırmaya ki herkes duysun.
Birde suyun paylaşıldığı anlar vardır. Suyun bir kısmı bir tarafa bir kısmı diğer tarafa akıtılır. Bu durumlarda da hileciler ortaya çıkar, suyun fazlasını almaya çalışırlar. Bu zamanlarda da kavgalar olur. Kavgalar genellikle ağız kavgasıdır. Zaman zaman sertleşir “teneşirinde döküle” gibi ilenilir. Gerekirse vuruşmaya kadar gidebilir.
Kavut : Yaylalarda vaz geçilmez yiyecektir. İlkbaharda her kes istek ve imkanına göre kavurga hazırlar. Kavurga kavutun malzemesidir. Nohut, buğday, arpa, kavun çekirdeği, çöğre kavrulur. Çöğre ve çekirdek yağlı olmasını sağlar. Bunlar karıştırılıp değirmende öğütülüp un haline getirilir.
Kavut pekmezle tabakta karıştırılıp çay kaşıkları ile yenir. Pekmez olmazsa toz şeker karıştırılır. Sade yenirse ağzı kurutur, ümükte tıkanır ve zor yutulur. Onun için pekmezle veya şekerle karıştırmak gerekir.
Kavut ağızda iken konuşulmaz. Çocuklar kavut yerken konuştuğu zaman püskürürler, buda hoş olmaz.
Kavut yeyip ardından erken ıslık çalma yarış haline gelmiştir. Yarışmacılara bir miktar kavut verilir. İşaretle birlikte kavutu yeyip ıslığı önce çalan yarışmayı kazanır.
Düdük yapımı : Küçük çocukların en büyük eğlencelerinden birisi, bolca bulunan kavak ve söğüt dallarından yapılan düdükleri öttürmektir. Taze dalların kabuğu; Cipboliiii cipboliiiii, Anan atan suya düşmüş, Kız kardaşın gelin olmuş, Dağlar daşlar dönüyor da, Sen ne durun? Ay cipboli cipboliiiii. Tekerlemesi söylenerek düzgün bir şekilde çıkartılır ve düdükler yapılır.
Yosun Kınası : Küçük çocukların en büyük eğlencelerinden birisi de, taşlarda bulunan yosunları tükürükleyip, düz bir taş parçasıyla üzeri sürtülerek cıvıltılıp ele kına gibi yakılır.
Yayladan İnme
Sülek’ten inme zamanı temmuz ayında, Yayla ve Bartlı’dan inme zamanı ağustos ayıdır. Tam anlamıyla yayladan inme davar ve sığırın köye getirilmesidir. O gün ise koruma tarafından belirlenir. Kimse hayvanlarını o günden önce köye getiremez.
İnme zamanı yaklaşınca artık fazla gerekli olmayan veya fazlalık durumuna düşen eşyalar eşeklere yüklenip köye gönderilir. Keş derileri, yağ kürükleri taşınır. Son kalan tezekler, odunlar taşınır. Son zamanlarda evdeki eşyalar azalır. Evlere bir gariplik çöker. Yayladaki insan sayısı azalır, hayvanlardaki bahar neşesi kalmamıştır artık. Yaylalar ayrılık zamanın geldiğini anlayıp artık hüzünlenmektedir. İşte son günlerde göç ateşi yakılarak biraz olsun şenlendirilmeye çalışılmasının asıl sebebi bence bu olması gerek.
Korumanın karar verdiği gün gelmiştir artık. Davarı çoban sürer götürür sorun yok. İneklerden bazıları sabah kalkınca her gün olduğu gibi dağa gideceğini zanneder. Bunlar için tedbir almak lazım. Bazı inekler gerçek göç gününü anlar bir hooo dedin mi köy yoluna düşer, tırıs tırıs gider. Hatta bazı inekler önceden köye bile kaçar. Bu inekler baharın göç zamanı da aynı şekilde tersini yaparlar. Buzağılar analarının arkasında büyümüşler sorun çıkarmazlar. Ana nereye o da oraya.
Oğlaklar derttir. Çok hareketlidirler. Delibaş gibi. Davara da katılmazlar. Artık analarını emme zamanı geçmiştir. Bunları köye indirmek için onlar gibi hareketli ve enerjik olunmak gerekir. Bu işin ustası da çocuklar ve gençlerdir.
Sülekçi erken iner. Ama yazıya hayvanlarını salamaz. Çünkü yazıda daha işler bitmemiştir. Hem de Yayla ve Bartlıcıların da hakkı vardır.
Yaylacı ve Bartlıcılar da indi mi, yazı artık boşalmıştır. Hayvanları otlatmaya serbesttir. Ama keçi sürüsü yazıya inemez, ormanda meşe yiyecektir.
Sığır çobanı ayrıdır. Sığır İstamana’nın altındaki Delikli Taş’ın altında yatar. Sabah gün doğarken çoban önüne salınan inekleri çoban yazıda otlatır. Öğlen yatak yerine getirip İstamana’dan sular ve yatırıp dinlenmesini sağlar. İkindi tekrar yazıya sürer. Akşama kadar otlatıp, akşam olunca İstamana’dan sulayıp dağıtır.
Davar çobanı Yaylada güden çobandır. Kuşluk vakti Yayla davarı İkisamar’daki yatağına, Bartlıcı Muharlı Kaya’nın yanındaki yatağa getirir. Sağım yapma zamanıdır. Helkesini alan, helkenin kapağına biraz tuz ve arpa koyar, ılkıya (keçi sağma yeri) gider. Sağılacak keçiler bu tuz ve arpa ile kandırılıp yakalanır, ki alışırlar. Sonraki günlerde sahibinin sesini duyan yemek için koşarak gelir yanına. Amma keçi huysuzsa vay haline, yakalamak için akla karayı seçersin, huysuz keçiye yem de kar etmez, pratik ve zeki olup yakalayacaksın.
Oğlak çobanı ayrıdır. Oğlaklar yaylada başıboşluğa alışmıştır. Sürü olarak yaşamaktan anlamaz onlar. Çok dikkatli olmak lazım. Kafasına estiği gibi hareket ederler. İnöğü’ndeki koca pelitin altında yatırılır.
Hergeleye gelince; eşekler sıpaları ile birlikte Muharlı Kaya’nın önünde yatırılır.
Bu düzen kasım ayına kadar devam eder. Kasımda çoban hakkı toplanır.
Sürüye katılmayan sorunlu hayvanlar, öküzler ve buzağılar okullar açılıncaya kadar çocuklara emanettir. Çocukların işi budur artık. Onları yazıda otlatmak.
Hayvanların hepsinin kışa kadar dışarıdan beslenmesi lazım. Yoksa kışa yem saman yetişmez, bahara çıkamazsın.
Tüm bu anlattıklarım 1980 li yıllarda değişime uğramaya başlamış, Ahırlı ’da yayla yaşamı tamamı diğer her şeyinde olduğu gibi çok farklılaşmıştır. Bunların bir çoğu unutulmuş, anılarda kalmıştır. Yaşayanlar da yaşatanlar da artık yok olmakta, unutulmakta.
SANA NE OLDU?
Süleğe göçülmeyince, Kızlar Pınarı’nın suyu içilmez oldu.
İlaçlar çıktı, Aksekililer gelmez, katran, bise bilinmez oldu.
Bartlı yolu asfalt artık, Gelin taşına atılacak taş yoklar yok oldu.
Evler betondan, kapılar demir, dullar tellenip bahçe oldu.
Beliğiledinden yol geçti, bölük pörçük oldu da,
Salepler boyun büküp, göbekler çıkmaz oldu.
Eski yoldaki Yağır Emine’den geçen kalmadı,
Yüzüne tükürmeyi bilenler yok oldu.
Yağ kürüğü, yoğurt kümesi unutuldu da,
Yollarda kırıklarını bulup yiyen nineler yok oldu.
Ocak başının adı şömine oldu, kara, demir ıbrık çelik,.
Yayık makinesi elektrikli, bizim turfan antika oldu.
Ladin ağaçları kederinden, sararıp kurudular da.
Yerde boylu boyunca yata yata toprak oldu.
Gavur Öreni’nde, Koca Çal’da, keklikler artık ötmez oldu.
Angutlar, guguk kuşları, ibibikler, gelip selam vermez oldu.
Buzdolapları gelince, sütlük, kazan yüzüne bakamaz oldu.
Asarcık bağları sahipsiz kalınca, ayılar gelmez, viran oldu.
“Guruçaylıların pazara gittiği gibi” sözü unutuldu.
Göbetler, soğaliler sanki bir masal.
Gölle karılmaz, gavurga gavrulmaz, afyonlu bulgur yenilmez oldu.
Mayıstan iğrenip tezek vurulmaz,
Düdükçü dayının kaval sesi duyulmaz oldu.
Sağır Ömer öldü de tahta kaşık yok diye oyunlar unutuldu.
Yaylada elektirik, teyip, çanak anten…
Tefler çalınmaz kızlar oynamaz oldu.
Bartlıda Çatal Oluk beton oldu diye,
Küllüce gahrından yazları kurur akmaz oldu.
Cevizli Sazağın suyu Aşağı Sazağın suyuna karışmaz oldu,
Duydum ki yazlıkçılar bağırırmış, inek sahiplerine,
Evimin önünü pisletiyor, malına bak diye.
Benim gariban yaylacım bu durumdan utanır oldu.
Ladin dorusunun tepesinden yapılan tahta eşek,
Şimşirden yapılan sapan çatalı, çiğdem çapası…
Fabrikalarda plastikten yapılır, markette satılır oldu.
Keçi giliği yemeyen, soğuk göbetlerde çimmeyen,
Çoçuklarımız nazlım, asiri oldu.
Gurbettekiler paraya pula gavuştular da,
Ata yurdu yıkık viran ören oldu oldu.
Anasının mezarını bulamayan gafiller doldu.
Yıllar sonra geldiyse de gardaşını tanımaz oldu.
Bu dünya da ne oldu da, Ahırlı sana bunlar oldu ?